27 Kasım 2014 Perşembe

“TRAK MÜZESİ” KURULMASI HAKKINDA


         10 Kasım 2014 tarihli gazetenizin haberine göre, İl Genel Meclisinde bir komisyon tarafından Edirne’de “çok acil bir Trak Müzesi kurulması” önerilmekte idi. Tabi ki, Edirne’nin coğrafi konumu ve tarihi geçmişi bakımından böyle bir öneriyi sevinçle karşılamak gerek. Şehrimizin kültürel ve turistik değerlerine katkısı olacağı da şüphe götürmemektedir. Biz sadece bu öneriyle ilgili bazı ilâve ve açıklamalar getirmek istiyoruz.
Öncelikle “çok acil” yani ivedi ibaresine bir anlam veremedik. Yaşadığımız toprakların en eski sakinlerine adanacak bir müzenin acelesi neden kaynaklanıyor? Korkumuz alelacele kurulup “tabela asılacak” göstermelik bir teşebbüs olmasındandır. Adı itibariyle bu bir tarih müzesi olacağından, her şeyden önce bilimsel ciddiyete ve titizliğe itina gösterilmelidir. Konuyla ilgili bilim adamlarının komisyonda yer almamaları beni şaşırtmıştır. Oysa şehrimizde bir Trakya Üniversitesi bulunmakta, bu üniversite bünyesinde Tarih Bölümü, Sanat Tarihi Bölümü, Arkeoloji Bölümü gibi konuyla yakından ilgili olan birimlerde Trakları ders olarak anlatan, araştıran, kitaplar ve makaleler yayınlayan öğretim üyeleri vardır. Komisyon hiç olmazsa Trakların geçmişini bilen bilim adamlarına danışsaydı, “…750 bin yılı aşan geçmişe sahip …” gibi korkunç abartılmış iddialarda bulunmazdı. Yazılı kaynaklarda Traklardan ilk bahseden Homeros’tur ve “İlyada” adlı eserinde Truva Savaşına Trak birliklerinin de katıldığını anlatmaktadır. Dilbilimcilere göre Homeros’un eseri M.Ö. 700-lerden itibaren uzun bir destan olarak halk arasında söylenmeye başlanmış (daha sonra kaleme alınmış) ve bahsettiği Truva Savaşı da M.Ö. 1200-ler civarında cereyan etmiştir. Bazı mitolojik anlatımlara göre Traklar diye topluca ifade edilen kabileler M.Ö. 2000-lerden sonra eski Yunanlıların kuzey komşuları olmuşlardır. Arkeolojik bulgulara göre ise en erken Trak yerleşimleri M.Ö. 3500’e tarihlenebilir. Tabii bundan önce de M.Ö. 5500-6000 yıllarına ait kazı buluntuları vardır, fakat bunlara Trak denemez. Genellikle kazı yerine göre pre-historik (tarih öncesi) kültürler tabiri kullanılır. Dolayısıyla Trakların başlangıcını taş çatlasa M.Ö. 3500-lere (günümüzden 5500 yıl öncesine) kadar götürebiliriz. Zaten günümüzden 750,000 yıl öncesinde Balkan Yarımadasında mağara insanlarının yaşadığı bile söylenemez.
Daha önemli bir sorun ise müzede ne sergilenecektir. Bulgarlar yıllardan beri bu konu üzerinde çalışmakta ve kazılar yapmaktadırlar. Bugünkü Bulgaristan topraklarının altını üstüne getirmişler ve çok kıymetli eserler bulmuşlardır. Bunların bir kısmını bizim sınırlarımıza çok yakın yerlerden elde etmişlerdir. “Trakoloji” adında özel bir bilim alanını geliştirmişler ve bu konuda Dünya çapında söz sahibi olmuşlardır. Trak Müzesi adını koymasalar da, bütün il merkezlerinde bulunan Tarih Müzelerinde olağanüstü zengin buluntular (bazıları som altından yapılmış ünlü “Trak hazineleri” de dahil) sergilenmektedir. Kendi topraklarında yabancılara araştırma ve inceleme yaptırmazlar, fakat başta Sofya Arkeoloji Müzesi (ki binası Osmanlı eseri Ulucami’dir) olmak üzere, Plovdiv, Kırcali (bu müze de eski Osmanlı eseridir), Yambol, Stara Zagora, Panagyürişte ve diğerleri rahatlıkla gezilebilir. Trakoloji konusunda sayısız kitapları vardır, bazıları İngilizce olarak yayınlanmıştır. İşte bu planlı programlı çalışmalar sonucunda çok sayıda turist çekmektedirler.
Türkiye’de ise Trakoloji gelişmemiştir. Az sayıda tarihçi ve arkeolog bireysel ilgi göstermişse de, dünya çapında söz sahibi olunamamıştır. Tabi bu görev “Trakya” adını taşıyan üniversitemize düşer. Maddi sponsorluğu da “Trakya” Birlik üstlenmelidir.
Eğer Edirne’yi bir turistik cazibe merkezi haline getirmek istiyorsak “Trak Müzesi”nin yanında, hatta öncesinde bir “Osmanlı Müzesi” (Museum Ottomanum) ve bir de “Bizans Müzesi” (Museum Byzantinum) düşünülmelidir. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu burada 562 yıl hüküm sürmüş ve 92 yıl başşehir olarak kullanmıştır; Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu ise daha da uzun süre, yaklaşık 1000 yıl bu topraklara sahip olmuştur.
Buna karşılık Trakların iskân ettiği yıllarda bugünkü Edirne yakınlarında çok önemli bir yerleşimden bahsedilmemektedir. Bazı eski Yunan kaynaklarında bu bölgede “Uscudama” adlı bir Trak yerleşiminden söz edilse de, tam yeri bilinmemektedir. Oysa İpsala (Kypsela), Vize (Bizye), Marmara Ereğlisi (Perinthus) gibi yerleşimler küçük Trak krallıklarına başkentlik yapmışlardır. Ünlü “Odris Krallığı”nın başkenti Sevtopolis ise Yukarı Tunca vadisindedir (Bulgaristan’da Kazanlık yakınında). Tarihte “Trakya Krallığı” adını taşıyan tek devlet kısa süreli olmuştur (M.Ö. 306-281). Büyük İskender’in ölümünden sonra, bu krallığı kuran general Lysimakhos Küçük Asya’da seferlere girişmiş ve Kuropedion savaşında hayatını kaybetmiştir. Lysimakheia adlı başkentini Gelibolu yarımadasının kıstağına inşa ettirmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere sadece Edirne İline ait “Trak Müzesi” yeterli olmayacaktır.
Avrupa topraklarının fethini başlatan Osmanlılar bu topraklara önce “Paşaeli”, sonradan “Rumeli” demişlerdir. O yıllarda buralarda Trakların adları silinmiş ve ardı ardına gelen kavimlerle karışarak asimilasyona uğramışlardır. Fakat Yunanca ve Latince coğrafyalarda bölgenin adı Thrakia = Tracia olarak devam etmiştir. 19. yüzyıldan sonra Osmanlılar da batı kaynaklarından Trakya ismini öğrenmişlerdir. Cumhuriyet döneminde ise “Trakya-Paşaeli” deyimi popüler olmuştur. Bulgaristan’da bir Trakya Üniversitesi (Eski Zağra’da), Yunanistan’da da Trakya Üniversitesi (Gümülcine’de) bulunduğu için Türkiye ile yarışırcasına bu ülkeler de Traklara sahip çıkmak istemektedirler. Ne var ki Bulgaristan daha şanslıdır, çünkü bugünkü topraklarında antik çağlarda sadece Traklar yaşamıştır. Ve onları ilk ataları olarak gösterebiliyorlar. Halbuki bizim Trakya diye tanımladığımız alan Türkiye yüzölçümünün ancak % 3’dür. Anadolu’da Hititler, Frigler, Urartu, Likya, Lidya, Mysia, Bitinya gibi sayısız medeniyetler iz bırakmıştır (Anadolu Medeniyetleri). Bugünkü Türkiye için Traklar periferde kalmış bir uygarlıktır, fakat Edirne, Tekirdağ, Kırklareli (İstanbul ve Çanakkale) için önem arzederler.  


Prof. Dr. Recep Mesut

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder