Tarihimizde “Sırpsındığı Savaşı” olarak bilinen ünlü
çarpışma, yerli ve yabancı araştırmacılar arasında çok tartışılan bir konudur.
Aslında savaşın kendisi tartışılmaz, çünkü gerçekten böyle bir çarpışma olmuş
ve Osmanlı askerinin mutlak zaferi ile sonuçlanmıştır. Balkan Yarımadasına yeni
ayak basmış ve Trakya kısmını ele geçirmiş bulunan genç Osmanlı Devleti için bu
galibiyet yeni fetihlerin kapılarını açmış ve askeri üstünlüğünü kanıtlamıştır.
Üçüncü Osmanlı hükümdarı ve Edirne fatihi sayılan Sultan 1. Murat’a kendi savaş
gücü hakkında güven vermiş, Balkanlarda ve Avrupa’daki Hıristiyan devletlere
korku salmıştır. Ancak sultan bizzat bu savaşa iştirak etmemiştir, çünkü o
dönemde ordusunun başında Anadolu’da savaşmaktaydı. Edirne’de askeri komutan
olarak beylerbeyi Lala Şahin Paşa bulunuyordu. Düşman da bu fırsattan
yararlanarak Edirne’yi ele geçirmek ve Türkleri Asya’ya sürmek istiyordu.
Osmanlı vakanüvislerine göre, savaşın cereyan ettiği
yer yıllarca halk arasında “Sırp sındığı” (bazı kaynaklarda “Sırp singonu”),
yani Sırpların sındırıldığı (bozguna uğratıldığı) mahal olarak bilinmiştir.
Batılı tarihçiler Osmanlının zaferini kabul etmişler, fakat “Sırpsındığı”
deyimini tercih etmeyerek genelde “Meriç Çarpışması” (Battle of Maritsa) [Slav
dillerinde Meriç Nehrinin adı Maritsa’dır] veya “Çirmen Çarpışması” (Battle of
Chernomen) demekle yetinmişlerdir [Slav dillerinde Çirmen Kalesinin adı
Çernomen, Yunanca’da ise o dönemde Kermianon, bugün Ormenion olmuştur.
Günümüzde Ormenion Yunanistan topraklarında bir sınır yerleşimidir ve
Bulgaristan’a açılan sınır kapısı olup, Svilengrad’a 7 km mesafededir].
En bariz anlaşmazlık savaşın yapıldığı
tarih üzerinedir. Bizans, Sırp ve Bulgar kaynakları ağız birliği etmişçesine
1371 yılının 26 Eylül’ü 27 Eylül’e bağlayan gece olarak bildirmektedirler.
Milâdi takvim kullandıkları için kendilerinden emin olup, yazılı kayıtları da
savaşın yapıldığı döneme aittir. Rumen tarihçi Jorga ve İngiliz yazar Temperley
de 1371 olarak gösteriyorlar.
Osmanlı tarih yazıcılarının bazıları 1371’de Meriç
kıyısında ve Çirmen yakınlarında bir savaş cereyan ettiğini doğruluyorlar
(Lütfi Paşa ve Müneccimbaşı): “…Sırp
leşkeri Edirne’ye yakın gelmiş iken Çirmen yanında ki şimdi ol yere Sırp
Singonu derler ol yere konmuştu…” Fakat
çoğu gerçek “Sırpsındığı Savaşı”nın daha önce yapılmış olduğundan bahsediyorlar
– Âşıkpaşazâde ve Neşrî hicrî 766’da (yani miladî 1365’te), Hoca Sadeddin,
İdris-i Bitlisî, Oruç Bey daha da erken tarihler (hicrî 765, hatta 764) bildiriyorlar.
Fakat burada zikrettiğimiz Osmanlı müverrihlerinden hiçbiri o yıllarda henüz
doğmamış, olaya canlı tanık olmayıp, ikinci veya üçüncü elden dinlediklerini
anlatmışlardır. Bunların yazılarını görmüş olan Avusturyalı Joseph von Hammer
de 1827-1835 arası kaleme aldığı “Geschichte
des Osmanischen Reiches” (Osmanlı İmparatorluğu Tarihi) adlı eserinde
1363-1364 tarihleri üzerinde durmuştur. Böyle önemli bir savaşın hangi yılda
yapıldığı konusunda ciddi bir kargaşa ortaya çıkmıştır.
Daha sonraki yazarlar (Gibbons, 1915; Uzunçarşılı,
1947) şaşırıp kalmışlar, kesin bir belge ortaya koyamadan, birbirinden ayrı iki savaş (1. Meriç Savaşı
ve 2. Meriç Savaşı) cereyan ettiğini kabul etmişlerdir. Bugün internet’e
başvuran gençler de Wikipedia veya Britannica yazılarında bu kargaşayı hemen
görebiliyorlar.
Yazarlar tarih konusunda anlaşamamış olsalar da
çarpışmanın yeri ve şekli hususunda hepsi birleşiyorlar: savaş Edirne’ye iki
menzil mesafede, Meriç Nehri’nin sol kıyısında cereyan etmiş, ani bir gece
baskınıyla tedbirsiz ve sarhoş olan
Hıristiyanlar panik içinde kaçışmışlar ve çoğunuğu nehirde boğulmuştur. Dolayısıyla
çok ilginç bir durum ortaya çımaktadır – sadece 6-7 yıl arayla Hıristiyan
güçler Meriç vadisinden ilerleyerek Edirne’ye iki konaklık mesafeye kadar
yaklaşmışlar ve aynı şekilde gece baskınıyla öldürülmüşler, kaçanlar nehirde
boğulmuşlar.
Tarih yazarlarının anlaşamadıkları bir konu da
savaşa iştirak eden güçler ve kumandanlar hususudur. Hıristiyan ordusunun
mevcudu 20,000 ilâ 70,000 arasında bildirilirken, Osmanlı savaşçılarının 800
ilâ 10,000 arasında oldukları kabul ediliyor. 1363/65 yılındaki 1. Meriç
Savaşına Macar kralı 1. Layoş kumandasında Sırp, Bosna ve Eflâk kuvvetleri bir “haçlı
seferi” şeklinde gelmişler ve yenilmişler. Oysa bu ülkelerin tarihlerinde böyle
bir sefer ve yenilgi hakkında hiçbir kayıt bulunmamaktadır. Sadece aynı yıllarda
Papa V. Urban’ın elçiler göndererek Hıristiyan hükümdarları böyle bir sefere
teşvik ettiği bilinmektedir (böyle bir sefer ancak 1396’da düzenlenebilmiş ve
Yıldırım Bayezid söz konusu haçlıları Niğbolu’da sındırmıştır). Batı
kaynaklarına göre 1371’deki 2. Meriç Savaşına ise sadece iki Sırp hükümdar
katılmış (Pirlepe kralı Vukaşin ve kardeşi Serez despotu Ugleşa) ve ikisi de bu
savaşta maktul düşmüşlerdir. Osmanlı tarihçilere göre de 1363/65 savaşının
kahramanı Hacı İlbeyi’dir, 1371 savaşının kumandanı Lala Şahin Paşa’dır (çünkü
Hacı İlbeyi 1365’te vefat etmiştir). Sadece Sırp güçleri katıldığı için
1371’deki savaşa “Sırp Sındığı” demek daha akla yatkındır. Zaten onların
tarihinde de böyle geçer.
Sırpsındığı Savaşı’nın Sarayakpınar köyü yakınlarında
cereyan etmesini hiçbir tarihi kaynak yazmamaktadır. Bu köy Meriç Nehrinden 30 km kadar uzakta olup,
Kazan Ovasında yer almakta, hatta Tunca Nehrine daha yakındır. Eskiden adının
Sırpsındığı olduğu söylenmekte, gene söylentilere göre eskiden yılın belirli günlerinde
Sırbistan’dan gelip burada ayin düzenleyen Sırplar olurmuş. Fakat buna benzer
inanışlar bugün Bulgaristan topraklarında kalan Harmanlı yakınlarındaki
“Akbaldır Çeşmesi” diye bilinen mevki için (günümüzde TIR park alanı olarak
kullanılmaktadır) de anlatılmaktadır. Burada da Sırpların gelip matem ayinleri
düzenledikleri bir mezartaşı bulunurmuş. Hatta, savaş alanından kaçan Kral
Vulkaşin’in çeşmeden su içerken kendi muhafızı tarafından öldürüldüğü yer
olarak anılırmış.
Yaklaşık 25 yıl önce, Sarayakpınar köyünde
“Sırpsındığı Savaşı Anıtı” olduğunu öğrendiğimde, bu köyü ziyarete gitmiştim.
Meydanda çok güzel bir Osmanlı çeşmesi vardı, fakat anıt görünmüyordu. Sora
sora anıtın askeri kışlanın içinde olduğunu öğrendim. Nizamiye kapısını
bekleyen askere rica ettim. Gidip nöbetçi subayı çağırdı. O da bizi içeri aldı (eşim ve çocularım da
vardı). Hemen girişin sol tarafında, çok yüksek olmayan bir platform üzerine
büyük harflerle “Sırpsındığı Savaşı” yazısı okunuyor ve Türk bayrağı
dalgalanıyordu. Bu basit yapının hiçbir mimari özelliği ve estetiği yoktu.
Nöbetçi subaya Sırpsındığı Savaşının Meriç kenarında cereyan ettiğini söyledim.
Yerinin burası olmadığını biz de biliyoruz ama, bizden önce bir komutan bunu
inşa ettirmiş, biz de saygı gösteriyoruz, demişti.
Sırpsındığı Savaşı (ister 1363, ister 1371 tarihili
olsun) bizler için çok önemli bir savaştır. Avrupa kıtasında ve Balkanlarda
kazandığımız ilk ve katî bir zaferdir. Edirne için özel bir anlamı vardır,
çünkü Edirne’yi düşman işgalinden kurtarmıştır. Güzel bir anıt yapılmasını da
hak etmiştir. Fakat yeri, tarihi ve savaşmış olanlar konusunda bilimsel
titizlik gerekir. En doğrusu bir “Sırpsındığı Savaşı Sempozyumu” düzenleyerek
yurt içinden ve dışından tarihçiler davet etmektir. Sırp, Bulgar, Yunan, Macar,
Rumen tarihçileri de mutlaka yer almalılar. Sempozyumda elde edilen bilgiler
ışığında nereye ve nasıl bir anıt inşa edileceği daha güvenli bir şekilde
gündeme gelebilir.
Recep Mesut
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder